21 Nisan 2014 Pazartesi

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni


"Saçlarım beyazlaşıyordu. Saçlarım beyazlaştıktan sonra içimi bir korku aldı, ölüm korkusu. Düşünebiliyor musun? Yüzden fazla film çektim ben ama arayan soran olmadı, yok farzettiler. Bir kere bile ödül vermediler. Kiraz festivali ödülüne bile razıydım. istedim ki ben öldükten sonra bile "Aaa o mu? Filanca filmin yönetmeniydi" desinler. Ama yine gelmediler, gelenler de dalga geçti."


Haşmet Asilkan, Yeşilçam dediğimiz şeyin tepeden tırnağa bir insan vücuduna nüfuz etmiş hali aslında. Yıllarca aşk filmi çekmiş, salon filmlerinde sipariş üzerine çağrılıp vazifesini yapan yönetmen olmuş her zaman. Sonra o vesveseli dönemin sona ermesiyle birlikte dünyanın değişimini gözlemlemeye başlamış. Doksanlı yıllar, Türk sinemasında -daha doğrusu ticari sinemasında- seksenli yıllardaki seks filmleri furyasından sonra çöküşün yaşandığı bir dönemdi. Televizyon denen icadın evleri gasp etmesi ve akşam eğlencesi, vakit geçirgeci sıralamasında sinemanın tahtını ele geçirmesi ve bununla birlikte video piyasasının hız kazanması Yeşilçamı toprağa gömmüştü. Normalde bir haftada çekilen film sayısı artık bir yılda zor çekiliyordu. Figüranlar kahvesinde artık daha fazla çay tüketiliyor, okeyde ara taşa daha fazla dönülüyordu. Haşmet Asilkan da eksik kalmış tahsilini bir kusur görüp hep içinde tutmuş, o hep olmamışlık hissinin acısıyla yaşamış bir adam. Çok film çekmiş, çok adamla beyazperdede gözükmüş ama heyhat geldiği noktada kimliksizlikten şikayet edip durmuş. Doksanların entel dantel akımıyla birlikte geçmişine, yaptıklarına da dudak bükmeye başlamış. Ve işte tam da o noktada aslında hiç olmadığı, kalıbının uymayacağı bir sinema akımını ve temsilciliğini kendine kaftan olarak seçmiş.

Türk sinemasının gelmiş geçmiş en önemli isimlerinden birisi olan Yavuz Turgul, yazıp yönettiği bu şaheserle 1990 yılında hem Türk sinemasının bizzat içine girdiği durumu müthiş bir gözlemle perdeye yansıtıyor hem de geleceğin hazin ve karanlık tablosunu da resmetmiş oluyor. Bundan üç yıl önce çekmiş olduğu başyapıt Muhsin Bey ile ülkede değişen müzik piyasası üzerinden toplumsal dönüşüme ve erozyona ışık tutan usta yönetmen, aynı enstrümanları kullanarak bu sefer daha çok hakim olduğu sinema sektörü üzerinden Türk toplumunun dönüşümünü ve dejenerasyonunu izleyicilere aktarmış oluyor. Turgul'un bunu yaparken başardığı en büyük işlerden birisi ise her biri ince detaylarla işlenmiş, kanlı canlı ekrana gelen ve asla seyircide karton hissi yaratmayan çok güçlü karakterlerle bu öyküleri ve yozlaşmayı anlatabilmesi. Tabi bu anlatımın esas gücü de Yavuz Turgul'un eşsiz yazarlığından besleniyor. Filmde inanılmaz başarılı diyaloglar, monologlar var. Şener Şen de başta olmak üzere filmde herkes müthiş bir oyunculuk sergilemiş, sırıtan adam yok desek yeridir.

Bir yandan yeşilçamın çöküşü ve onun yarattığı tahribatla silinip giden bir sinema emekçisi kitlenin acı öyküsüne tanık olurken öbür taraftan yine o mağlup kesimin her şeye rağmen direnmek için çaba göstermesi, ayakta kalmak için harcadığı çaba ve sonuçta sinema denen kutsal sanatın varlığına yönelik yapılan saygı duruşuyla da seyirciyi şaşırtmayı bilen bir film çıkıyor karşımıza. Bazı filmler vardır, unutamadığınız sahneleri kafanızda canlanır. Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni ise içinden cımbızla bir sahneyi çekip alabileceğiniz bir film değil. Her sahnesi hem ana öykünün gidişatına dört dörtlük hizmet ediyor hem de bu sahnelerin her biri Türk sineması üzerinde sağlam bir tespit üzerinden toplumun o dönemki ruh haline ve yozlaşmışlığına göndermeler içeriyor. 

Yavuz Turgul, ana karakteri Haşmet Asilkan'ı oluştururken çok emek vermiş, bunu anlayabiliyorsunuz. Filmdeki seti kuran adamların parasızlıktan dolayı her çekilen sahne sonrası metraj hesabı yapıp filmi bitirmeye çalışması gibi Yavuz Turgul da filmde bir saniyenin bile boşa gitmesini istememiş. Yazının başında dediğimiz gibi, Haşmet aslında Yeşilçamın ta kendisi. Yani daha doğrusu, Yavuz Turgul'un o güne kadar yeşilçamda gözlemlediği bütün yönetmenlerin ortak bir tezahürü. Ama Turgul'un gözlemciliği o kadar iyi ki, Şener Şen'in müthiş oyunculuğunun da etkisiyle bir kolajdan ziyade o günün toplum gerçeğini birebir yansıtmayı başaran nevi şahsına münhasır bir adam çıkıyor ortaya. 

Filmin ilk gösterimi boş salona oynayınca cevabını ekibinden alır Asilkan. "Sen dışarıdasın" cümlesi her şeyin özetidir. Dışarıda olmak, filmin ana teması aslında. Yeni Türkü'nün çağdaş türküsü, Murathan Mungan'ın sözü gibidir her şey: "Ya içindesindir çemberin ya da dışında." Sonradan o çembere girmek diye bir şey yoktur, çıkmak da. O müthiş çöküşün ardından çembere giremeyen adamın, dışarıda kalan müzmin yedek Asilkan'ın kendisini film sarmallarının ortasına bırakması da manidardır bu açıdan. Ve kendisini yaktığını, bitirdiğini düşündüğü filmler etrafını sarmalamışken, gelen o telefon ve on saniyede değişen halet-i ruhiye de Türk sinema tarihinin gördüğü en iyi finallerden birisidir. 

Bütün bunların yanında, ilginç bir durum da söz konusu. Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Şener Şen'in ve Yavuz Turgul'un en az bilinen filmidir. İçinde Şener Şen geçen filmlerin en az üç kez izlendiği bir ülkede hala dost sohbetlerinde bu filmin bahsi açıldığında izlemeyen insanların var olduğunu görmek insanı şaşırtıyor. Belki de filmde anlattığı hikayenin ana temasının talihsizliği bulaşmıştır ya da Aytaç Yörükaslan'ın canlandırdığı Nihat'ın cenazesinin ardında bıraktığı kaplumbağanın sessizliğine gömülmüştür bir şeyler, bilinmez. Bilinen bir şey varsa o da Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni'nin muhteşem bir başyapıt olduğudur.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder